Herkesin Anlatacak Bir Hikayesi Var: Yazmak Neden Hala En Güçlü Eylemdir?
Selçuk SOFTA
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan bir şehrin gürültüsü, kalabalık bir caddenin anonim yüzleri, bir fincan kahvenin buğusu… Her bir an, her bir insan, her bir nesne aslında anlatılmayı bekleyen sayısız hikayenin sessiz tanığıdır. İnsanoğlu var olduğundan beri anlatma ihtiyacı duyar; deneyimlerini aktarmak, sevinçlerini paylaşmak, acılarını dindirmek ya da sadece anlam arayışını sürdürmek için. Mağara duvarlarına çizilen ilk resimlerden, kamp ateşinin etrafında fısıldanan efsanelere; oradan matbaanın sayfalarına, nihayetinde dijital dünyanın sonsuz boşluğuna… Araçlar değişse de, hikaye anlatıcılığı özümüzde var olan kadim bir dürtüdür.
Peki, bu kadar çok iletişim aracı varken, her saniye milyonlarca görselin, videonun, sesli mesajın paylaşıldığı bir çağda, yazmak neden hala en güçlü eylemdir? Neden hala bir boş sayfanın karşısına oturup, kelimelerle bir dünya inşa etmeye çalışıyoruz?
Cevap, yazmanın basit bir eylemden çok daha fazlası olmasında gizli. Yazmak, bir düşünceyi somutlaştırmak, bir duyguyu ölümsüzleştirmek, bir gerçeği kalıcı kılmaktır. Yazmak, bir tür sihirbazlıktır; hiçlikten var etmek, sessizlikten anlam çıkarmak…
Bihaber İçerik
Yazma Tutkusu: Bir İçsel Çağrı
Bazen sorarlar: “Neden yazıyorsun?” Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Kimi zaman bir öfke, kimi zaman bir aşk, kimi zaman bir haksızlık karşısında duyulan isyan iter kalemi elimize. Bazen de sadece anlatma ihtiyacı, içimizdeki o bitmek tükenmez yazma tutkusu bizi o klavyenin başına veya defterin başına oturtur.
Bu tutku, kişinin kendi iç dünyasını keşfetmesiyle başlar. Kelimelerle oynarken, cümleler kurarken, farkında olmadan kendi düşüncelerimizin, inançlarımızın ve korkularımızın derinliklerine ineriz. Yazmak, bir tür terapi gibidir; zihindeki karmaşayı düzene sokar, bastırılmış duyguları yüzeye çıkarır ve hatta bazen kendimizi bile şaşırtacak içgörüler kazanmamızı sağlar. Bir kağıda dökülen kelimeler, zihinde sadece bulanık birer fikirken, yazıldıktan sonra berraklaşır, şekil alır ve güçlü birer mesaj haline gelir.
Bu içsel yolculuk, başkalarıyla bağ kurmanın da en etkili yollarından biridir. Yazdıklarınızla bir başkasının kalbine dokunmak, onun “Ben de böyle hissediyorum!” demesini sağlamak, insan olmanın en temel ihtiyaçlarından biri olan “anlaşılma” hissini tatmin eder. Bir köşe yazarı olarak bihaber.tr‘de bu satırları yazarken, aslında sadece kendi düşüncelerimi değil, siz okuyucuların da zihnindeki bazı sorulara veya hislere tercüman olmaya çalışıyorum.
Neden Yazıyoruz? Anlam Arayışı ve İnsan Bağlantısı
Neden yazıyoruz? Sadece kişisel bir tatmin için mi? Elbette hayır. Yazmak, aynı zamanda dünyayla, toplumla ve gelecek nesillerle bir bağ kurma eylemidir.
-
Ölümsüzlük Arzusu: Yazılan kelimeler, yazarı fiziksel olarak olmasa da fikirleriyle, düşünceleriyle yaşatır. Yüzyıllar önce yaşamış düşünürlerin, şairlerin eserleri bugün hala bizimle konuşuyorsa, bu yazının gücüdür.
-
Gerçekleri Saklama ve Aktarma: Tarih, yazılı kayıtlarla şekillenir. Gazetecilik, tanık olduğumuz anı, gerçeği kaydetme ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğunu taşır. Bir haber metni, sadece anlık bir bilgi değil, aynı zamanda tarihin bir kesitidir.
-
Değişim Yaratma: Yazı, kitleleri etkileme, toplumsal bilinci şekillendirme ve hatta devrimler yaratma gücüne sahiptir. Fikirler, kelimelerle yayılır ve bu kelimeler, bazen kılıçtan daha keskin olabilir. İnsanları düşünmeye, sorgulamaya ve harekete geçmeye teşvik eden en temel araçlardan biri yazıdır.
-
Anlam Yaratma: Hayatın kaosu içinde anlam arayışı, insanın temel motivasyonlarından biridir. Yazmak, bu kaosu düzenlememize, olaylar arasında bağlantılar kurmamıza ve dünyaya dair kendi kişisel anlamımızı inşa etmemize olanak tanır. Bir roman, bir deneme veya hatta bir günlük, hayatın anlamsızlığını anlamlı hale getirme çabasıdır.
Dijital çağda, her birey potansiyel bir yayıncıdır. Sosyal medya platformları, bloglar, kişisel siteler sayesinde herkesin anlatacak bir hikayesi var ve bu hikayeyi paylaşma gücüne sahip. Artık sadece “büyük” yazarların değil, her sıradan insanın sesi duyulabilir hale geldi. Bu, demokrasi için de, insanlık için de büyük bir adımdır.
Yaratıcı Yazarlık ve Disiplin: Kelimelerle Sanat İcra Etmek
Yazmak sadece bir eylem değil, aynı zamanda bir sanattır. Yaratıcı yazarlık, kelimeleri bir araya getirerek sadece bilgi vermekle kalmaz, aynı zamanda estetik bir deneyim sunar. Bir şiirin ritmi, bir hikayenin akıcılığı, bir metaforun gücü… Bunlar, sadece teknik bilgiyle değil, aynı zamanda derin bir sezgi ve yetenekle ortaya çıkar.
Ancak yaratıcılık, tek başına yeterli değildir. Her sanat dalında olduğu gibi, yazarlıkta da yazarlık disiplini vazgeçilmezdir. İlham perisinin gelmesini beklemek, çoğu zaman boş bir sayfa bırakmakla sonuçlanır. Yazmak, düzenli bir pratik, sürekli bir çaba ve kendinize karşı dürüst olma cesaretidir.
-
Okumak: İyi bir yazar olmak için iyi bir okuyucu olmak şarttır. Farklı türlerde, farklı üsluplarda okumak, kelime dağarcığınızı zenginleştirir, düşünce ufkunuzu genişletir ve size yeni ifade biçimleri öğretir.
-
Gözlemlemek: Hayatı, insanları, olayları dikkatle gözlemlemek, yazma sürecinin temelidir. Ayrıntılar, karakterler ve olay örgüsü için ilham, çoğu zaman gündelik hayatta gizlidir.
-
Yazmak ve Tekrar Yazmak: İlk taslaklar nadiren mükemmeldir. Yazmak, aynı zamanda tekrar tekrar yazmak, düzenlemek, kısmak, eklemek, değiştirmektir. Kendi metninize dışarıdan bakabilme yeteneği, yazarlık disiplininin önemli bir parçasıdır.
-
Eleştiriye Açık Olmak: Yazılanları başkalarıyla paylaşmak ve yapıcı eleştirilere açık olmak, yazarın gelişimine katkıda bulunur. Kendi “kör noktalarınızı” fark etmenizi sağlar.
Yapay zeka araçları, bu disiplin sürecinde bir yazarın işini kolaylaştırabilir. İlk taslakları oluşturabilir, anahtar kelime analizleri yapabilir, hatta bazı dil bilgisi hatalarını düzeltebilir. Ancak yaratıcı yazarlık sürecindeki o “insani dokunuş”, o “ruhu katma” eylemi, hala ve sonsuza dek yazarın kendisine aittir.
Sonuç: İnsanlık Hikayelerle Yaşar
Günümüz dünyasında, bilgiye ulaşım hiç olmadığı kadar kolay, ancak gerçek ve anlamlı bilgiye ulaşım ise gitgide zorlaşıyor. Yüzeydeki gürültü o kadar fazla ki, derinlerdeki anlamı bulmak adeta bir define avına dönüşüyor. İşte tam da bu noktada, yazının ve hikaye anlatıcılığının gücü bir kez daha ortaya çıkıyor.
Herkesin anlatacak bir hikayesi var. Bu hikayeler, sadece büyük olayları değil, en sıradan anları, en kişisel deneyimleri de kapsar. Belki bir annenin çocuğuna anlattığı masal, belki bir yaşlı amcanın gençliğine dair anısı, belki bir seyyahın yolculuk notları… Bunların her biri, insanlık denen büyük hikayenin birer parçasıdır.
Yazmak, bu hikayeleri boğulmaktan kurtarmak, onlara bir ses vermek ve onları geleceğe taşımaktır. Yazmak, sadece kelimeleri bir araya getirmek değil, aynı zamanda ruhları bir araya getirmektir.
Bu nedenle, dijitalleşmenin ve yapay zekanın hüküm sürdüğü bu yeni çağda dahi, yazmak hala en güçlü, en anlamlı ve en insani eylemlerden biridir. Kalemlerimiz belki değişti, mürekkep yerine piksellerle yazıyoruz; ama anlatma arzumuz, anlama çabamız ve başkalarıyla bağ kurma ihtiyacımız asla değişmedi.
Unutmayalım ki, insanlık tarihi, yazılan hikayelerle doludur ve yazılacak daha nice hikaye beklemektedir. Sizin hikayeniz ne? Kalem sizin elinizde.

Hepimiz hayat öğrencileriyiz. Öğrendiğimiz o dersleri ihtiyacı olanlara öğretmek de hayata, ailemize, arkadaşlarımıza, ülkemize, insanlara borcumuz. Bu sebeple hepimiz aynı zamanda bir öğretmeniz. — İnsan “DeNiZiN” olmadığı yerde… “UmuT” adına MARTI olmalı… Olmalı ki kararmasın yarınlar.
